Başlık: Evden Ayrılışımız İle Gelen Felaketler
Yazar: Yeşil Kaos
Tarih: 26.03.2022
Kaynak: 30.04.2022 tarihinde şuradan alındı: anarcho-copy.org

Birbirinden ve doğasından uzaklaşan insan, birçoğu felaketi de yanında getirmiştir. Bu ayrılık ile varoluşun derin sancısına kapılan insan, bu sorunlara bir çözüm üretememektedir. Üstelik her gün gelişen modern uygarlık ile yeni bir sorun eklenmektedir. Hastalıklar birbiriyle yarışmakta, kendi çıkarı için sömürme arzusu ile tutuşan devletler, her gün yeni bir sorunun kaynağı olmuş durumdadır. Okullarımızda, çevrelerimizde her gün yeni bir cinayet patlak vermektedir. Birçok genç anksiyeteden ve depresyon gibi ciddi sorunlardan muzdarip bir durumdadır. İntihar oranları her geçen yıl artmakla birlikte, intihar sebepleri yoğun bunalım, ümitsizlik, çaresizlik, faturaları ödeyememe durumlarından kaynaklanmaktadır. Obezite gibi modern hastalıklar git gide ilerliyor, ilaçlar sadece uyutulmamızı, geleceği görmememizi sağlıyor. Dehşet derece milyonlarca canlının soyu tükenmekte, doğa yok edilmektedir. Bir grup insanın çıkarı sonucu oluşan felaketleri, milyarlar çekmektedir. Bütün doğa ve bütün canlı türleri bu çıkarların sonucunu çekmektedir. Bir grup insan, bütün insanlığın özerkliğini yok etmiştir. Endüstriyel sistem ile birlikte ortaya çıkan bozulmuş toplumun sürü psikolojisi ile gerçeklerin görülmesi engellenmiştir. Yani insanlar tamamen birer robota dönüştürülmüştür. Sosyal medya ile yanlış olan bir söz, herkesin kafasına yerleşebilir, ve herkes tarafından benimsenebilir hale gelebilir. Günümüzün gerçekliği, mevcut teorinin yetersizliğini ve bu teorinin kurtarıcı bir projeden tamamen kaçındığını altını çizerek göstermeyi sürdürüyor. Yeryüzünde yaşamdan geriye her ne kaldıysa, bunun bizden alınıyor olduğunu inkâr etmek mümkün değil. İnsani durumun sınırı ile gezegenimizin geleceğinin kırılganlığını eşleştirecek analiz ve vizyon derinliği nerede? Yozlaşma ve zararın totalleştirici akıntısıyla baş başa mıyız yalnızca? Yaptığımız kendimize ve atalarımıza ihanet değil de nedir?

Kriz yayılıyor, fakat aynı zamanda, her düzeyde tüm çıplaklığıyla da görünür hâle geliyor. Ulrich Beck şöyle demişti: “İnsanlar, moderniteyi sorgulamaya başlamışlardır ... onun öncülleri sarsılmaya başlamıştır. Pek çok insan, süper- endüstriyalizmin başarısızlığa mahkum oluşuna büyük kızgınlık besliyor.” Bu sözlüre katılmamak mümkün değildir. Aynı şekilde Agnes Heller’in gözlemlediği gibi, hâkim ilerleme ve kalkınma ideolojisinin aksine, doğadan uzaklaştıkça durumumuz daha kararsız ve daha kaotik hâle geliyor. İnsanları korkunç derecede etkileyip, mutsuz eden ve sonrasında onlara uyuşturucu veren bir sisteme daha ne kadar dayanabiliriz ki? İnsan davranışını kontrole alan bu sistem ile, insan bu sistemin felaket durumlarını artık normal bir olay varsayan bir duruma gelmiştir. Ne yazık ki, en büyük “kaçış” esas olarak yine çarpık güncele hizmet etmektedir; Sennet bu kaçışı “psikolojinin burjuva yaşamda giderek artan önemi” olarak adlandırmıştır.

Buna, 60’lı yıllardan beri yeni terapi türlerindeki olağanüstü artış da dahildir ve bu olgu psiklojinin hâkim bir din olarak yükselmesine dayanmaktadır. Psikolojik bir toplumda birey kendisini bir sorun olarak görür. Toplumsal olanı yadsıdığı için, bu ideoloji eşi görülmemiş bir toplumsal hapsoluş teşkil etmektedir; psikoloji, insanların maruz kaldığı koşullardan bir bütün olarak toplumun da sorumlu olduğunu reddetmektedir. Bu ideolojinin yarattığı sonuçlara her yerde rastlanılabilir. Örneğin, iş stresi içinde boğulan insanlara “derin bir nefes almaları, gülmeleri ve yürüyüşe çıkmaları” türünden tavsiyelerde bulunulması gibi. Veya, çeşitli kullanım malzemelerinin geri dönüşümünü sağlama doğrultusunda ahlâki dayatmalarda bulunulması; sanki, kişisel bir tüketim ahlâkı, endüstriyel üretimin yarattığı global eko-krize gerçek çözüm oluştururmuş gibi. Ya da, Kaliforniya Özgüven Artırma Ekibi’nin, bu eyaletteki temel toplumsal çöküşe bir çözüm olarak özgüven oluşturma girişimleri...