Başlık: Harabelerden kim korkar ki?
Tarih: 18.02.2014
Kaynak: 21.02.2023 tarihinde şuradan alındı: heimatloskolektif.wordpress.com
Notlar: Çeviri: Konzept, Antarktika, Dobar, Kostenurka
İngilizce Aslı: Who's afraid of ruins?

      I: Harabeler

      II: İklim değişikliği

      III: Felaket Komünizmi

o-o-out-of-the-woods-harabelerden-kim-korkar-ki-1.jpg
Su altında kalan New Orleans

Kapitalizm, kendini iklim değişikliğine yüzyıllardır adamış durumda; ancak bu sürecin içindeyken orayı burayı rastgele kurcalayarak kendi içinde bu sorunu çözmektense, radikal bir sosyal değişim daha gerçekçi getiriyor.

I: Harabeler

İspanyol anarşist militan Buenaventura Durruti’ nin sıkça alıntılanan bir sözü vardır. Pek çok okuyucu bunu ezbere bilecektir. Şöyle diyor:

“Burada, İspanya’da, Amerika’da ve diğer her yerde bu sarayları ve şehirleri inşa edenler bizleriz. Biz, işçiler. Onların yerini alacak başkalarını inşa edebiliriz. Hem de daha iyilerini! Harabelerden zerre kadar korkmuyoruz. Dünya bize miras kalacak. Bu konuda en ufak bir şüphe dahi yoktur. Burjuvazi, tarih sahnesinden çekilmeden önce kendi dünyasını havaya uçurup mahvedebilir. Burada, kalplerimizde yeni bir dünya taşıyoruz. […] Bu dünya her geçen dakika büyüyor.”

Durruti’nin alıntısı, tam gaz devam eden bir sosyal devrimin iyimserliğiyle dolup taşıyor. Ayaklanan proletarya ve köylü sınıfı, askeri darbe girişimini sokaklarda karşılamış ve buna karşılık olarak derin bir sosyal devrim başlatmıştı. Topraklara ve işyerlerine el konuldu, kolektifleştirilmiş hatlar boyunca yeniden örgütlenerek liberteryen komünizme doğru olabildiğince hızla ilerlendi.

Üç ay sonra Durruti ölmüştü. Devrimin ölümü de çok uzakta değildi. Silahsızlandırılmış ve izole edilmiş olan hareket durdurulmuştu. Cumhuriyetçi güçlerle yapılan huzursuz işbirliği devrimi askıya aldı. Stalinizm ve cumhuriyetçi devletin kalıntıları devrimi tersine çevirdi. Devrim öldüğünde ve uğruna savaşacak bir şey kalmadığında, Franco’nun güçleri kalanları hapishanelere ve toplu mezarlara doldurdu. Durruti’nin iyimserliği, yerini faşizme ve İkinci Dünya Savaşı’nın benzersiz yıkımına bıraktı.

Durruti’nin ölümünden sekiz yıl, yedi ay ve yirmi altı gün sonrasında harabeler çok daha korkutucu hale geldi. Dünyanın ilk atom bombası olan Trinity, New Mexico çölünde 20 kilotonluk bir güçle patladı. Kısa bir süre sonra Japon şehirleri olan Hiroşima ve ardından Nagazaki bir anda harabeye döndü. 2. Dünya Savaşı’nın kitlesel yıkımı artık tek bir savaş başlığı sayesinde şehirleri ziyaret edebilir hale gelmişti. Karşılıklı güvence altına alınmış imha hayaleti; savaş başlığı verimleri arttıkça, uzun menzilli jet bombardıman uçakları ve kıtalararası balistik füzeler ve de denizaltından fırlatılan nükleer silahlarla atış mekanizmaları çoğaldıkça yirminci yüzyılın geri kalanına hâkim olacaktı.

o-o-out-of-the-woods-harabelerden-kim-korkar-ki-2.jpg
Harabeler içinde Hiroşima

II: İklim değişikliği

Bugün, tartışmasız daha vahim bir tehditle karşı karşıyayız. Soğuk Savaş sırasında reel politiğin eylemsizlik mantığı -birkaç kıl payı kurtuluşla birlikte- hayatta kalmaya çalıştı. Herhangi bir devletin nükleer saldırı başlatması durumunda karşılıklı imha güvencesi verilmişti. Hayatta kalmak, aslında devletlerin hiçbir şey yapmamasını gerektiriyordu.

Ancak iklim değişikliği söz konusu olduğunda bu mantık tam tersine dönüyor. Şuan karşılıklı yıkımı temin eden şey eylemsizliktir. Devletler sistemine özgü eylemsizlik, bugüne kadar bağlayıcı bir uluslararası emisyon azaltma çerçevesine yönelik tüm girişimleri boşa çıkarmıştır. Zaten zayıf olan Kyoto Protokolü’nün süresi, yerine yenisi konmadan doldu ve 2015’e kadar yeni bir protokol üzerinde anlaşmaya varma hedefi, bin dereden su getirmeye benziyor. Boşa harcanan bu zaman, sahip olmadığımız zamandır.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin son raporunda ‘Temsili Konsantrasyon Yolu‘ kullanılmıştır. Bunlar 2100 yılında atmosferik sera gazı konsantrasyonları ve bunlarla ilişkili ‘ışınımsal zorlamalar’ için dört sonucu temsil etmektedir.[1] Yolların en agresifi olan RCP-2.6’da (zirve ve düşüş için RCP-3 PD olarak da bilinir) atmosferik sera gazı emisyonları 2020’de zirve yapar ve daha sonrasında azalır (atmosferik konsantrasyonlar emisyonların gerisinde kalır, bu nedenle zirveler daha sonra gelir).

RCP-3 PD’nin 2 Santigrat derecelik ortalama küresel sıcaklık (1750’ye yani başka bir deyişle ‘sanayi öncesi seviyelerine’ göre) artışlarından kaçınmak için yalnızca %66’lık bir şans verdiğini belirtmek gerekir. 2 Santigrat derece; buz-albedo, ısınan okyanus klatrat yataklarından metan salınımı ve çözülen permafrosttan sera gazlarının salınımı gibi güçlendirici geri beslenimleri harekete geçiren ‘devrilme noktalarına’ ulaşılması muhtemel ‘tehlike seviyesi’ olarak uluslararası kabul görmektedir.

Bu tür devrilme noktalarına ulaşıldığında, iklim değişikliği geri döndürülemez ve kendi kendini katalize eder hale gelir. Buna genellikle ‘kaçak iklim değişikliği’ denir. Ancak James Hansen gibi bazı önde gelen iklim bilimciler, bu 2 derece hedefinin bile çok yüksek olduğuna ve sağlam bir bilimden ziyade uygun bir siyasi ses tonunu yansıttığına inanmaktadır. Gerçek tehlike seviyesi sadece 1,5 Santigrat derece olabilir.

RCP-3 PD, fosil yakıt kullanımında acil ve ciddi kesintiler yapılmadığı sürece gerçekleşmeyecektir. Şu anda dünya çapında en az 1.199 yeni kömürlü termik santral planlanmaktadır ve bu da sera gazı emisyonlarının 2020’de zirveye ulaşmasını imkânsız kılmaktadır. Kademeli, reformist iklim değişikliği azaltım penceresi çoktan kapanmış olabilir. Devrim niteliğindeki iklim değişikliğini azaltma penceresi de hızla kapanmaktadır.

o-o-out-of-the-woods-harabelerden-kim-korkar-ki-3.png

III: Felaket Komünizmi

Felaket komünizminden bahsetmek, post-apokaliptik bir tarzı tercih etmek anlamına gelmez. Bu, günümüz gelişimi yüzünden kaçınılmaz hale gelen geri döndürülemez iklim değişikliğinin ayık bir şekilde farkına varılmasıdır. Bu, felaketlerin komünist patlamalar için özellikle verimli zeminler olduğunu iddia etmek de değildir. Felaketlerde mülkiyet ilişkilerinin bozulma eğiliminde olduğu doğrudur (kendi kendine örgütlenen karşılıklı yardımlaşma genellikle ‘yağmalama’ olarak adlandırılır) ve herkesin herkese karşı savaştığı sansasyonel haberlerin aksine, karşılıklı yardımlaşma genellikle baskın çıkar. Ancak yıkımın komünist bir ayaklanma için yeterli, hatta arzu edilen bir temel olduğunu iddia etmek, sınıf çizgileri çizse ve yağmacıları devletle çatışmaya soksa (Katrina Kasırgası’nda olduğu gibi) ya da kendi kendine örgütlenen felaket yardımı için alan sağlasa bile (Sandy Kasırgası’nda olduğu gibi) zordur.[2]

Aksine, felaket komünizminden bahsetmek, miras aldığımız Dünya’nın buz tabakalarının eridiği, buzulların çekildiği, deniz seviyelerinin yükseldiği, okyanusların asitlendiği, besin ağlarının çöktüğü, nesil tükenme oranlarının arttığı, fırtınaların güçlendiği, sellerin sıradanlaştığı ve tarımın değişen iklime uyum sağlamakta zorlanacağı bir yerde olduğunu kabul etmek demektir. Doğal afet diye bir şey olmadığı doğrudur. Kapitalizmin sonsuz büyüme arayışı iklim değişikliğine neden olmaktadır. Ancak kapitalizm ortadan kaldırılsa bile –hatta bu olay yakın bir zaman içinde gerçekleşse bile– sonuçlarıyla yüzyıllar; hatta bin yıllar boyunca yaşayacağız. Tabii, eğer yaşıyorsak. IPCC’nin Dördüncü Değerlendirme Raporu’nda kuru bir ifadeyle “Önlenemeyen iklim değişikliğinin uzun vadede doğal, yönetilen ve insan sistemlerinin uyum sağlama kapasitesini aşması muhtemeldir” denilmektedir.

Bir örnek vermek gerekirse, Batı Antarktika Buz Tabakası (WAIS) küresel deniz seviyesini 4-6 metre yükseltmeye yetecek kadar buz içermektedir. RCP-3 PD yönergesi hariç tüm yönergelere göre, WAIS’in nihai kaybı muhtemelen sadece bir zaman meselesi. Mevcut tahminler zaman ölçeğini yüzyıllar ile bin yıllar arasına koymaktadır. Bununla birlikte WAIS, Deniz Buz Tabakası İstikrarsızlığı (MISI) tezi olarak adlandırılan bir şey nedeniyle teorik olarak sadece kademeli çözülmeye değil, hızlı çöküşe karşı da savunmasızdır.[3] Yakın zamanda Nature Climate Change’de yayınlanan bir makalede, Batı Antarktika Buz Tabakası’nın buzdağı kırılması açısından en üretken bölgesi olan önemli Pine Island Buzulu’nun “muhtemelen geri dönüşü olmayan bir geri çekilme içinde olduğunu” bildirerek bu MISI mekanizmasını doğruluyor gibi görünmektedir. Deniz seviyesinin beş metre yükselmesi halinde Hollanda’nın büyük bir kısmı, Bangladeş, Birleşik Krallık’taki Hull ve Portsmouth şehirlerinin büyük bir kısmı, Çin’deki Guangzhou ve Şangay, Sacramento’ya kadar olan ABD Körfez Bölgesi ve New York’un büyük bir kısmı sular altında kalacaktır.[4]

Felaket Komünizminden bahsediyor olmak demek, eğer komünizm gerçekleşecekse bunun ancak Antroposen dönemde olabileceğini kabul etmek demektir. Kapitalizm iklim değişikliğini hızlandırdıkça “mümkün” olan olası reformlar ütopik; “imkânsız” olan devrim ise gerçekçi bir hale geliyor. Tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Burjuvazi sadece kendi dünyasını değil, insan uygarlığını ayakta tutan yeryüzü sistemlerini de yok ediyor ve mahvediyor. Bize harabeler ve terk edilmiş şehirler miras kalacak, bu konuda en ufak bir şüphe yok. Ama yine de nasıl inşa edeceğimizi ve daha iyisini inşa edeceğimizi de biliyoruz.

[1] Işınımsal zorlama, Dünya’nın iklim sistemindeki net enerji dengesizliğinin bir ölçüsüdür ve metrekare başına Watt, Wm-2 olarak ölçülür. Bunlar, iklim duyarlılığı ile ilişkilendirilerek ortalama küresel sıcaklıklara dönüştürülebilir. Bakınız: Gelecekteki olası iklimimize bir bakış, en iyi ve en kötü durum senaryoları.

[2] Bu felaket dinamiklerine ilişkin bir tartışma için Aufheben’in Rebecca Solnit’in Cehennemde İnşa Edilmiş Bir Cennet kitabına ilişkin incelemesine bakınız.

[3] Burada hızlıdan kasıt, birkaç yüz yılın bir an olduğu jeolojik zamandır.

[4] Yaklaşık deniz seviyesi yükselişlerini gösteren bu interaktif haritaya bakınız. (Orijinal site bu linktir; ancak bugün aynı link başka bir yazıya yönlendirmektedir ve gördüğümüz kadarıyla arşiv sitelerinde link olmasına rağmen fonksiyonlarını yerine getirememektedir. Bu nedenle farklı bir siteden farklı bir link koyduk.)