Foti Benlisoy

Vampir sermaye ve bir fırsat olarak felaket

17.02.2023

AKP’nin Merkez Yönetim Kurulu önceki gün deprem konulu altı saat süren bir toplantı gerçekleştirmiş. Erdoğan’ın depremin ilk gününde yaşanan “aksaklıklar” nedeniyle parti kurmaylarına “sert uyarılar” yaptığının belirtildiği toplantıya Kalyon İnşaat’ın sahibi Cemal Kalyoncu da katılmış. Cumhuriyet gazetesinde Selda Güneysu imzasıyla yayımlanan habere göre Erdoğan, Kalyoncu’ya, “deprem bölgesindeki konteyner kent ve konutların inşasında aktif rol alması gerektiğini” söylemiş.

Devlet formunu almış bu parti-şirket, deprem sonrasının ilk şaşkınlığını üzerinden atarak teyakkuza geçmiş durumda. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un ifadesiyle “Cumhuriyet tarihimizin en büyük afet konutu seferberliğini başlatıp, 1 yıl içerisinde tamamlamayı” hedefliyor. Erdoğan da deprem bölgesinde inşaatların bir ay içerisinde başlanacağını defaten duyurdu.

Pelin Ülker’in DW’de çıkan haberine göre şehir planlama, inşaat, deprem ve jeoloji alanında çalışan uzmanlar deprem bölgesinde yeni inşa edilecek konutlarla ilgili sürecin fazla süratli işlediğine dair endişelerini aktarıyor. Bu hız, bölgede acele kamulaştırmaların yapılacağı ve Kamu İhale Kanunu’nun ihalelerin kapalı kapılar ardında yapılabilmesini sağlayan 21/b bendinin devreye gireceği anlamını taşıyor. Bu kapsamdaki ihalelerde ihale koşullarına, kime, nasıl ihale verildiğine ilişkin bilgiler kamuoyuyla paylaşılmıyor. Olası usulsüzlüklere dair şikâyet başvurusu imkânı da ortadan kalkıyor. Yani devlet formuna girmiş parti-şirketin elini bütünüyle serbest bırakıyor.

Kısacası deprem, son yirmi yılda iyiden iyiye semirmiş inşaat ve müteahhitlik firmalarına muazzam bir fırsat kapısı aralıyor. Pelin Ülker’in konu hakkında görüştüğü Özgür Orhangazi de aynı yorumu yapıyor ve bunu da yirmi küsür yıldır görülen ve belli sermaye gruplarına rant aktarmaya odaklanan politikalara dayandırıyor: “Bunun değişeceğine dair herhangi bir emare yok. Tam tersine bu kadar hızlı zamanda bu kadar konutu yeniden yapacağız demek, bunu daha da hızlandırarak bu felaket bölgesinde sürdüreceğiz anlamına geliyor”.

Devlet formuna bürünmüş parti-şirketin yaptıkları yapacaklarının teminatı. Ancak onun felaketi sermayenin belli sektörleri için bir fırsata dönüştürmeye ilişkin istidadı kapitalizmin adeta jenerik bir özelliği. İtalyan Komünist Partisi’nin kurucularından ve “sol komünist” hareketin tarihsel önderlerinden Amadeo Bordiga tam da bu hususu vurgulayan isimlerden biridir. Bordiga’ya göre kapitalizm, “felaket ve yıkıma olan yırtıcı bir iştaha” sahiptir, felakete adeta ihtiyaç duyar. Felaketin tahrip ettiği büyük yapılar, altyapılar, köprüler, yollar vs. hep “eski kristalleşmiş emeğin”, ölü emeğin ürünleridir. Bunlar inşa edilirken büyük kârlar elde edilir; ancak bu yapım süreci sadece bir kez gerçekleşir. Tabii bunlar yok edilip bir daha üretilmeleri gerekmezse… İşte felaket sermayeye bu imkânı sağlar. Felaket, “planlı eskitmenin” (bir ürünün belli bir süre sonra eskiyerek veya işlevsiz hale gelerek sınırlı bir kullanım ömrüne sahip olacak şekilde tasarlanmasının) işlevini kitlesel ölçekte görür adeta.

Felaketle birlikte “yok olan zenginlik geçmişe ait, çok eski emektir. Felaketin etkisini ortadan kaldırmak için devasa miktarda bugüne ait, yaşayan emeğe ihtiyaç vardır.” Böylece “modern sermayenin (…) ölü emeğin ürünlerinin olabildiğince kısa sürede kullanılmaz hale gelmesinde ve böylece canlı emekle, yani kâr ‘emebileceği’ tek emek tipiyle bunların yenilenmesinin dayatılmasında muazzam büyük çıkarı vardır. Bu nedenle sermaye, savaş çıktığında yedinci cennettedir ve felaket pratiğinde oldukça iyi eğitimlidir.” Bordiga’ya göre, “sermayenin, yaşayan emeği sömürebilmek için hâlâ yararlı olan ölü emeği yok etmesi gerekir. Genç kanı emmeyi sevdiğinden, cesetleri öldürür.” Yani “yaşayanlar üzerinde tahakküm kuran kapitalizm, aynı zamanda ölülerin de katilidir.”[1]

Bordiga’dan çok farklı teorik öncüllerine ve politik konumlanışına karşın, “risk toplumu, felaket toplumudur” diye yazan Ulrich Beck de benzer bir noktayı vurgular: “Kazananların bakış açısından modernleşmenin riskleri büyük çaplı iş demektir. Sanayi toplumu, yarattığı risklerin ekonomik sömürüsü üzerinden risk toplumunun tehlike durumlarını ve siyasi potansiyelini üretiyor.”[2]

Marx sermayeyi boş yere vampire benzetmez. “Sermaye, vampir gibi ancak canlı emeği emerek hayatta kalan ve ne kadar fazla canlı emek emerse o kadar uzun yaşayan ölü emektir”. Marx için vampirin kan iştahı, öncelikle sermayenin birikime dair doymak bilmezliğinin bir metaforudur. Sermaye gibi vampir de sınırsız büyümeye, egemenlik alanını sürekli genişletmeye yönelir. Sermaye kurbanlarına mütemadiyen yeni kurbanlar eklemeye adeta mahkûmdur. Hiçbir felaket onun bu iştahına sınır koyamaz.

Sermaye düzeni felaketi bir başka felaketle aşmakta, krizden fırsat çıkarmakta mahirdir. Sermayenin önüne çıkan her sınır onun için yeni bir başlangıç ve genişleme imkânıdır. Kapitalizmin krizler karşısındaki “yaratıcı” esnekliği, yeni pazarlar, yeni teknolojilerle felaketin ertelenmesi ya da sonuçları ancak daha sonraya ötelenebilen bir başka felaketle örtülmesi, bitimsiz bir felaketler silsilesine neden olur.

Vampir bu nedenle muhakkak durdurulmalıdır. Çünkü sermaye, Bram Stoker’ın Dracula için yazdığı gibi, istese de istemese de “hiç durmadan, bizi korkuyla dolduran o Ölü Olmayanlardan yaratmayı sürdürecek”tir. [3]


[1] Amadeo Bordiga, “Murder of the Dead”, https://www.marxists.org/archive/bordiga/works/1951/murder.htm

[2] Ulrich Beck, Risk Toplumu Başka Bir Modernliğe Doğru, çev. Kâzım Özdoğan - Bülent Doğan, İthaki Yayınları, İstanbul, 2011, s. 28.

[3] Bram Stoker, Dracula, çev. Zeynep Bilge, Can Yayınları, İstanbul, 2019, s. 293.


17.02.2023 tarihinde şuradan alındı: fotibenlisoy.tumblr.com