Başlık: Sosyal Dönüşüm veya Toplumun Ortadan Kaldırılması
Alt başlık: Vahşi Devrim
Tarih: 2013
Kaynak: 21.01.2022 tarihinde şuradan alındı: karaisyan.blogspot.com

Toplum... 1. Aynı gelenekleri, inançları vs. olan veya aynı devlet altında yaşayan ve tek bir topluluğu oluşturduğu düşünülen kişilerin bir bütünü... 2. Her bireyin kendisi dışındakilere kısmen bağımlı olduğu bir topluluğu oluşturan tüm insanlar. (Webster's Yeni Dünya Sözlüğü)

“Bildiğimiz” hiçbir şey doğru varsayılamaz – dünya görüşümüzün hiçbiri kutsal değildir ve onların hepsini sorgulamalıyız. Bir çok anarşist “yeni” veya “özgür” bir toplum yaratmaktan bahseder. Ama çok azı toplumun kendisini sorgular. Toplum düşüncesinin sınırları belli değildir- ve hükümet, din, kapitalizm veya teknoloji benzeri onun belirli yönlerinin üstesinden gelmek daha zordur. İçimize o kadar sinmiştir ki, onu sorgulamak kendi doğamızı sorgulamayı hissettirmektedir – işte bu onu sorgulamak zorunda olduğumuzu gösterir. Arzularımızı ve tutkularımızı baskı altında tutan karakter zırhından kendimizi özgürleştirmek sadece toplumun dönüşümünü değil , onun ortadan kaldırılmasını isteyecektir. Yukarıdaki sözlük tanımları, toplumun birbirine -kendilerinde bütün olamayanlar demek olan- bağımlılık durumunda (en azından potansiyel olarak) olan bireylerden oluşan tek bir varlık olduğunu gösterir. Ben toplumu, sistemi ve kendilerini sosyal bireyler olarak yeniden üretmek için sosyal roller olarak oynayan (veya oynanılan) varlıklar arasındaki ilişkilerin bir sistemi olarak görmekteyim.

Sosyal bireylere bağımlılık bebeklerin biyolojik bağımlılığıyla aynı şey değildir. Biyolojik bağımlılık çocuk yeterli değişkenlik ve elden göze eşgüdümü (yaklaşık beş yılda) elde ettiğinde biter. Ama bu beş yılda, ailenin sosyal ilişkileri çocukların arzularını bastırır, onlara dünyadan korkmak gerektiğini yavaş yavaş aşılar ve böylece sosyal birey olan zırhlı tabakaların altındaki , birbirimizi küçümserken birbirimize ümitsizce sarılmamıza neden olan ruhsal bağımlılık altındaki tam, özgür, yaratıcı kişilik potansiyelini boğarlar. Tüm sosyal ilişkiler arzularımızın ve tutkularımızın baskı altında tutularak üretilmiş olan eksiklikte kendi temellerine sahiptir. Temelleri birbirimize olan arzularımız değil, birbirimize olan ihtiyacımızdır. Birbirimizi kullanıyoruz. Böylece her sosyal ilişki, onların her zaman bir boyuta veya diğerine düşmanlar haline gelen bir işveren/çalışan ilişkisidir – ister küçümsemelerle şaka yaparak, ister atışarak veya kavga ederek. Bizi kullananları kullandığımız ve nefret ettiklerimizi küçümsemekten başka nasıl yardım edebiliriz?

Toplum sosyal rollerinden ayrı olarak varolamaz – bu, aile ve eğitimin bazı biçimlerde toplumun zaruri parçaları olmasının nedenidir. Sosyal birey sadece tek bir sosyal rolü üstlenmez- ama “kişiselliğe” benzeyen karakter zırhını yaratan bir çok rolle birbirine karışır.

Sosyal roller, bireylerin toplumu yeniden üretmek için toplumun kendisi olan ilişkilerin tüm bir sistemi tarafından tanımlandığı adetlerdir. Onlar toplumun ihtiyaçları açısından kendi etkinliklerini tanımlayarak onları önceden tahmin edilebilir kılarak bireyleri toplum için kullanışlı kılarlar. Sosyal roller çalışmadır – üretim/tüketim çemberini yeniden üreten geniş anlamında. Toplum bu yüzden insanoğlunun evcilleştirilmesidir – ümitsiz ihtiyaçları karşılamak için birbirini kullanan biçimsiz varlıklar içerisinde kendi arzuları açısından özgürce bağlantı kurabilen ama üzerinde temellenen ilişkilerin sistemi ve ihtiyacını yeniden üretmekte başarılı olarak potansiyel olarak yaratıcı, neşeli, vahşi varlıkların dönüşümüdür.

"Tüm tutsaklık üzerindeki bir pox, Montezuma'un değerli taş bahçesinde bile evrensel iyiliğin merakında olmalıdır ." Andre Breton

Özgür ruhlu bireyler, sosyal roller olarak ciddi olarak bağlantı kurmaya meraklı değildirler. Önceden tahmin edilebilir, belirlenebilir ilişkiler bizleri sıkar ve bizlerin onları yeniden üretmeye devam etmek için arzumuz yok. Onların güvenlik, istikrar ve sıcaklık sunduğu bir gerçektir –bunlar pahasına. Bunun yerine, bizler tüm olasılıkların açılmasının, ciltsiz tutkularımızın şiddetle devam eden yangın ve baskı altına alınmamış arzularımızın açısından bağlantı kurma özgürlüğü istiyoruz. Ve böyle bir yaşam önceden tahmin edilebilir ve belirlenebilir ilişkilerin her hangi bir sisteminin dışında durmaktadır.

Toplum güvenlik sunar, ama bunu özgür oyun ve macera için zaruri olan riski kökünden söküp atarak yapar. O bize hayatta kalmayı sunar- kendi yaşamlarımıza karşılık. Bize sunduğu hayatta kalma, alıştığımız ama asla hoşnut olmadığımız sosyal ilişkilere dahil olan sosyal bireyler –kendi tutku ve arzularından uzaklaşmış sosyal rollerin karışımı olan varlıklar olarak- olarak hayatta kalmaktır.

Baskı altında tutulmamış bireyler arasında bağlantı kuran özgür bir dünya toplumdan özgür bir dünya olacaktır. Tüm etkileşimler doğrudan doğruya belirlenmiş olacaktır. Kendi arzuları açısından dahil olan bireyler tarafından belirlenecektir- sosyal sistemin zorunluluklarına göre değil. Bizler, can sıkıntısı, kendinden hoşnutluk, tiksinti veya güvenlik yerine gerçek tutkuyu akla getirmek için birbirimizi hayrette bırakma, sevindirme, öfkelendirme ile meşgul olacağız. Her rastlaşma, en ilgilinin sosyal ilişkilerin biçiminde tamamen varolamadığı olağanüstü macera için bir potansiyele sahip olacaktır. O halde, toplum denen “değerli taşların bahçesinde” esir kalmaktansa, toplumu ortadan kaldırmayı tercih ederim.

Toplumu dönüştürmek için verilen mücadele her zaman iktidar için verilen bir mücadeledir, çünkü amacı toplum dediğimiz ilişkilerin sistemi üzerinde kontrolü ele geçirmektir (bu sistem şimdi genellikle her hangi birinin kontrolünün ötesinde olduğundan beri gerçekçi olmadığını gördüğüm bir amaç). Aslında, bu bireysel bir mücadele olamaz. Bu kitle veya sınıf etkinliğini gerektirir. Bireylerin, sosyal dönüşümün “daha büyük” amacına uygun düşmeyen bireysel arzuları bastıran bu mücadelede sosyal varlıklar olarak kendilerini tanımlamaları gerekir.

Toplumu ortadan kaldırma mücadelesi ise iktidarı ortadan kaldırma mücadelesidir. Bu asıl olarak bireyin sosyal rollerden ve kurallardan özgür yaşamak, arzularını tutkuyla yaşamak, hayal edebildikleri en olağanüstü şeylerin her birini yaşamak için verdiği mücadeledir. Grup projeleri ve mücadeleleri bunun bir parçasıdır, ama onlar, bireylerin arzularının birbirini yükseltebildiği biçimlerden yetişir ve onlar bireyleri bastırmaya başladığında çözülecektir. Bu mücadelenin yolu ayrıntılarıyla planlanamaz çünkü ana ilkesi, özgür ruhlu bireyin arzuları ile toplumun istekleri arasındaki karşı karşıya gelmedir. Fakat toplumun bizi biçimlendirdiği yolların ve geçmişteki isyanların başarısızlıkları veya başarılarının analizleri mümkündür.

Topluma karşı kullanılan taktikler, buna içeren bireyler kadar çoktur, ama hepsi sosyal kontrol ve koşullandırmanın altını kazıma ve bireyin arzularını ve tutkularını kurtarma amacını paylaşırlar. Keyfin ve neşenin önceden belirlenememesi esastır ve Dionisyan kaosu çağrıştırır. Onların oyuncakları haline getirerek, onların başını döndüren topluma faydalarının altını kazıyan yollardaki sosyal rollerle oynamak değerli bir pratiktir. Ama daha önemlisi, eşsiz arzu ve tutkularımızla, ona boyun eğmeme, ya da etkinliklerimizi onun çerçevesinde yapmama, kendi koşullarımızda hareket etme tutumumuzla toplumla karşı karşıya gelelim.

Toplum tarafsız bir güç değildir. Sosyal ilişkiler sadece gerçek istekleri, bireylerin arzu ve tutkularını bastırarak kendini mümkün kılar. Toplum bireyin değer kullanımına ve serbest oyunun çalışmaya dönüştürülmesi ve evcilleştirilmesidir. Kendi evcilleşmelerini reddeden ve buna direnen bireyler arasındaki özgür bağlantılar tüm toplumun altını kazır ve tüm olabilirlikleri açar. Ve özgürlüğü sadece sosyal bir devrimle elde edeceğini hisseden herkese Renzo Navatore’nın şu sözleri uygundur:

"Devrim için mi bekliyorsunuz? Olmasına izin ver! Kendim çok önceden başladım bile! Ne zaman hazır olacaksın...bir süreliğine seninle birlikte gitmeyi umursamıyorum. Ama ne zaman durursan, ben hiçbir şeyin yüce ve ulu fethine doğru çılgın ve utkulu yoluma devam edeceğim!"