“Sanayi toplumunu yıkmaya harcanmayan her saniye,kendimizle birlikte tüm canlıların yok edilmesine göz yummak demektir.”

Craig “Critter” Marshall

Doğanın tahakkümünde yeni yöntemler bulmakta, gizli açık talanı desteklemekte insanoğlu çok yaratıcı. Uygarlık dünden yarına katliamlarının hızını artırıyor. Daha iyi günlerin bizi beklediğine dair “ilerleme” miti bir parodiye çoktan dönüştü.Kanserli bir toplum yaratan fabrikaların, şirketlerin ve ağa babaları devletin ağzıyla kirlettiği geri dönüşüm, çözünebilir ve yeşil kelimelerine hâlâ gerçekten inanan var mı bilmiyorum poşet dağlarıyla çevrilmiş uygar yaşantımızda.

İnsanlar modernizmin uygar yaşantısı için nehirleri duvarlarla ördü, ormandaki ağaçları baltaladı, bataklıkları içindeki kurbağalarla birlikte öldürdü ve milyarlarca hayvanı katletmeye devam ediyor. Devlet ve medyanın kullandığı dil ve reklamlar artık doğal hayat yalanının üzerini kapatamıyor. Bir fabrikanın, bir barajın, enerji nakil hatlarının, yolların, köprülerin ve tüm bunların tamamlayıcısı “kalkınma” yalanı otobanlarla, gökdelenlerle, fast food mekanlarla, AVM’lerle, çimentonun bin bir çeşit türevi mimari şeytanlıklarla ekosoykırıma yol açıyor.

Obama’nın bile ekolojiden bahsettiği bugünlerde tüketiciliğin makyajı eko ürünler, doğada hemen çözülen plastikler, sadece bizi değil ormanı da özgürleştiren otomobiller an be an ekranlardan akıyor. Sürekli üreyen, üreyip çoğaldıkça birer müşteriye dönüşen her insan dünya sömürücüsü kapitalistler için üzerinden para kazanılacak taze girdiler ve yeni pazarlar demek. Yeni açılan her pazar daha fazla enerji talebi demek. Kumpas kurulmuş, azmanlaşan bir kısırdöngünün yarattığı yıkımı lehine çeviren sömürgenler aş ve iş vaadinin ardına gizleniyor. Gelsin baraj inşaatları, nükleer santraller, madenler, lojistik altyapılar, doğayla kardeş binalar, “yeşil” çelik fabrikaları her şey insan için.

Kısa ya da uzun vadeli çözüm stratejilerinden çok uygarlığa karşı verilecek topyekûn bir savaş zamanı geldi çattı. Bunun için atılması gereken ilk adım en meşru ve ivedi bir mücadele alanı olan ekolojik direniş şu zamanlarda ön plana çıkıyor. Eşi benzeri görülmemiş bir devlet talanın, gözünü kâr hırsı bürümüş şirket acımasızlığının, tam ortasındayız.

Direniş hareketlerinin yöntemleri umut vermiyor. Demokratik, sivil itaatsiz, hukukun üstünlüğüne inanan, eşitlikçi, dayanışmacı, çoğulcu ve hümanist kafaların kimseye faydası yok. Hukukun üstünlüğüne inanan her direniş hareketi düşmanın beslendiği bir örgütlenme biçimine dönüşüyor. İçi boş bir hümanizm anlayışı yasaların ve hukuk sisteminin temel direği. Ormanların da kalbi var, orada binlerce yıldır yaşayan canlıların da hakları var.

Hümanist, demokratik, kalkınmacı, ilerlemeci, sosyal refahçı her devlet ve onun taşeronu her şirket şiddetle cezalandırılmalı artık.

Nehri bölmek için örülen her duvar, baraj inşatına giden her yol dinamitlenmeli. Akan suyun, vahşiliğin, balıkların ve yeşilin özgürlüğü korkularımızdan daha önemsiz değil.

Doğal gaz boru hatlarına, enerji nakil hatlarına sabotaj yapılmalı. Uygarlığın yok ettiği yaşamlara karşı savaşmak için, insansı robotlar olmamak için, duygularımızın peşinden gitmemiz için enerji kaynaklarına ihtiyacımız yok.

Toprağı deşen, ağacı söken, barışı baltalayan, vahşiliği öldüren her iş makinesi yakılmalı, baraj, yol, köprü yapımını üstlenen her şirketin merkez ofisi bombalanmalıdır. İnandığımız tek pragmatik gerçek doğrudan eylemin ve isyanın doğal sonuçlarıdır; iş makinesi olmadan hiçbir şirket doğayı talan edemez, merkez ofisi olmadan hiçbir şirket talanı organize edemez.

Yaşadığımız dünyanın korunması için polikacılardan ve sermayeden umudu kesmenin vakti gelmedi mi? İnsanın vahşi doğasına dönüş için, ekolojik sistemin nefes alması için, özgür bir dünya için sistemin bütün çarkları yıkılmalı. Nihilistler, sabotajcılar, ekotajcılar, A.L.F., E.L.F.,kundakçılar, göçebeler, mülteciler, bireyci suçlular, terörist anarşistler, gerekli olan ve başarmak istediğimiz her şeye hazır olan insanlar sistemin dengesini bozmalı vahşi doğayı işgal edenleri cezalandırmalıdır.